Mealcilik Nedir?
Meal nedir? Meal ile Kur’an anlaşılabilir mi? Mealcilikle yapılmak istenen nedir? İnşallah bu dersimizde bölüm bölüm bu konuları işleyeceğiz.
Kur’an-ı kerimi anlamaktan maksat, murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Meal okuyarak öğrendiğimiz gerçekten de Allah Teala’nın muradı mıdır? Ya da Allah Teala’nın muradını öğrenmenin doğru yöntemi meal okumak mıdır? Elbette değildir.
Meal; Arapça bilen bir yazarın ayetten kendi anladığı kadarını yazmasıdır. O halde senin de anlayacağın ancak onu yazanın anlayacağı kadardır. Bir denizi bir bardağa sığdırmak nasıl mümkün değilse Kur’an’ın deniz gibi manalarını bir bardak hükmündeki mealin içine sığdırmakta mümkün değildir.
Hele hele meali yazan o ayetin manasını şimdi ortalıkta gezen mealler gibi kendi sapık fehmine ve batıl itikadına göre yazmışsa ve sende bu mealle muradı ilahiyi anladığını sandıysan geçmiş olsun. İmanını o kitabın içinde bırakır gidersin. Ve sana kendi malumatını meal altında Kur’an diye yuttururlar.
Şimdi Meal ile Kur’an anlaşılabilir mi? Anlaşılan Kur’an mıdır? Ayrıca mealler üzerinden din inşa etmeye çalışanların Kur’an’dan ne kadar uzak olduklarını anlatmaya ve bölüm bölüm bu konuyu incelemeye çalışacağız.
- Meal asla Kur’an değildir ve onun yerini tutamaz
“Fennî ilimlere ait eserlerin mesela bir fizik bir coğrafya kitabının tercüme edilmesi her ne kadar mümkün olsa da edebî ve nazma ait eserlerin tercümesi büyük ölçüde, aslını tutmaz, tutamaz. Niye çünkü edebi bir eser dedik. Onda bir üslup vardır, bir beyan vardır, bir belagat vardır, bir fesahat vardır ki başka dile çevrildiğinde tüm bunlar kaybolur gider. Kur’an-ı Kerim ise hiçbir edebî ve nazmî esere kıyas edilmez. Ondaki meziyetler hiçbir beşer kitabında bulunmaz. Kur’ân’ın edebi yönü kırk vecihle mucizedir.
Lâfzındaki fesahat-i harikadır, nazmındaki cezalet-i harikadır. mânâsındaki belâğatı harikadır. Üslûplarının bedâati harikadır, beyanının beraati harikadır, mânâsındaki câmiiyeti harikadır. Daha bunlar gibi sayacağımız birçok vecihle Kur’an mucize bir kitaptır ki tüm vecihler ancak arapçasıyla kaim ve sabittir. Türkçeye veya herhangi bir dile çevrildiğinde tüm bu icaz vecihleri söner kaybolur. Arap dilinin gramer yapısı ve zenginliği Kur’an kelimelerinin ve muhteşemliği ve benzersizliği o kadar özgündür ki tercümesi mümkün değil belki imkansızdır.
Üstadımız Bediüzzaman hzleri. Derki; en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: ‘Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.’
Evet düşman bunu anladı ama bizim saf müslümanlar hala anlayamadı. Yok edilmek istenen, tahrif edilmek istenen Kur’andır. Evet Kur’an mucizedir. Başka bir lisana tercüme edildiği zaman bu mucizeliğini kaybeder. Kur’an’ın ulviyeti yalnız manasında değildir. Onun lafızları da manâsı gibi ulvîdir, mu’cizedir. Kur’an’ın lafızları onun elbisesi değil cildi mesabesindedir. Elbise değiştirilebilir ama cilt değiştirilemez.” Ama bunlar ciltten cüda, lafızdan soyunmuş bir Kur’an istiyorlar ki maksatlarına ulaşabilsinler. Şimdi, Kurân arapçadır, yabancı bir dildir. Onu okumayın! kendi dilimizle okuyun bu arap seviciliğini bırakın diyen zihniyete soruyoruz. Beethoven’in 9. senfonisini, Molière’nin şiirlerini, Mozart’ın Figaro’sunu niçin Almanca, İtalyanca, Fransızca söylüyorlar ve dinliyorlar? Bunlarda yabancı dildir. Niye Türkçe söylemek lazımdır demiyorlar? Niye çünkü, Türkçeye tam çevrilemeyeceğini biliyorlar. Türkçesinden, nefsleri zevk alamıyor. Zaten Türkçelerine Beethoven’in, Chopin’in eseri de denilemiyor. İşte bizde aynısını diyoruz. Meal Kur’an değildir olamaz. Sadece sığ ve sathi ve dar bir tercüme ile çok manalarından bir manayı alıp koyduğunuz onu çeviren adamın anladığı kadar çevirdiği bir tercümedir.
Peki ne yapacağız. Kur’an Arapça biz bu Kur’an’ı nasıl anlayacağız diyorsunuz. Bizde diyoruz ki tefsir okuyacağız. Kur’an’ın o engin manalarını bu tefsir ilmini yapabilecek vukuf ve kabiliyete sahip olan alimlerin tefsirlerinden istifade ederek okuyacağız. Bunu deyince de tefsir kitapları kalındır çok ciltler var vaktimiz yok gibi bir bahane sunuyorlar. Yav sen Müslümansın. Dünyevi istikbalin için gerektiğinde 3- 5 yabancı dili öğreniyorsun, tefsir okumaya vakit bulamıyorsun ama kafanı binler mâlâyâniyatla doldurmaya vakit buluyorsun. Sonra senin tembelliğinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozulsun dar bir kalıba konulsun ben anlayım diyorsun. Sorun bu! Kur’an’ın icazı kaybolur anlayamazsın, yanlış anlayabilirsin, hele hele şu zamanda meal üstünden kendi sapık fikirleri sana empoze edenlere, Kur’an’ın en büyük müfessiri olan efendimiz s.a..v’in hadislerini inkar eden sünnet düşmanlarına denk geldiysen yandın.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp 1961’de neşredilen, (Kurân-ı Kerîmin Türkçe Meali) adındaki tercümenin önsözünde de bu anlatılanları çok güzel dile getirilmiştir. Diyanet işleri reisi Hasan Hüsnü Erdem imzasını taşıyan bu önsözde diyor ki: Aynen okuyorum
“Kurân-ı Kerîm gibi ilâhî belâgat ve îcazı hâiz bir kitap, yalnız Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Eski tefsirlerin ışığı altında verilen manalara da tercüme değil, meal demek uygundur. Kurân’ın yalnız mânâsını ifade eden sözleri, Kurân hükmünde tutmak, namazda okumak ve aslına hakkıyla vâkıf olunmadan ahkâm çıkarmak câiz olmaz. Hiçbir tercüme, aslının yerini tutamaz. Kurân-ı Kerîmde, muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli mânâlarını bire indirmek olur ki verilen tek mânânın, murâd-ı ilâhî olduğu bilinemez. Bunun için, Kurân tercümesi demeye cesaret edilemez. Kurân-ı Kerîmi tercüme etmek başka, tercümeyi Kurân yerine koymaya kalkışmak başkadır. İşte sorun burda başlıyor adam okuduğu meali Kur’an zannediyor. Muradı ilahiyi anladığını zannediyor.
Daha sonra Elmalılı Hamdi Efendi’nin “Hak Dini Kur’an Dili” adlı eserinden şu kısmı okumak istiyorum:
“İnne enzelnahu Kur’anen Arabiyyen” Hakikaten biz Onu Arabî bir Kur’an olarak inzal eyledik.” yani ne demek bu “Yalnız manası değil Arabî olan nazmı ile birlikte okunması için indirdik.” Bundan anlaşılır ki, Kur’an’ın manâsı iyi anlaşılmak ve mazmunu ve meâli teakkul ve tedebbür olunmak (düşünülmesi ve tefekkür edilmesi) matlub-u ilâhîdir. Ve binaenaleyh Arabî bilmesi mümkün olmayanlara kendi lisanlarıyla mümkün olduğu kadar beyan olunması da zaruridir. Fakat Kur’an tercümelerinin Kur’an olmasına imkân ve ihtimal yoktur. Çünkü Kur’an Arabî’dir. Ancak Arabî olarak inzal buyurulmuştur. Bunun içindir ki, Kur’an tercümelerine Kur’an tesmiye edilmesi, meselâ Farisi Kur’an, Türkçe Kur’an denilmesi “İnne enzelnahu Kur’anen Arabiyyen” nassınca küfür olacağını ulema, ihtar ederler.”
Hem bırakın başka dile çevirmeyi Kur’an’ın kendi dilinde bile taklidini yapmak ve yazmak mümkün olmamış. Kur’an haydi bir benzeri sure getirin diye tüm insanlığı muaraza meydanına davet etmiştir. Ve tüm insanlık o gün bugündür bu konuda acizdir. Kur’ân’ın belagatini, nazım ve üslubunu kendi dilinde bile taklidini yapmak mümkün değilken diğer bir dilde taklit etmek, benzerini ortaya koymak elbette mümkün olamaz. Madem mümkün değildir aynen tercüme edilemeyeceği gibi, benzetmek suretiyle hiç tercüme edilemez.
Oku yanlış anlamaktan korkma diyenler. Kur’an’ı yanlış anlarlarsa bu insanların ebedi saadetlerini kaybedeceğini görmezler mi? Eğer herkes, Kur’an-ı kerimi doğru olarak anlasaydı, 72 sapık fırka ortaya çıkar mıydı, elbette çıkmaz herkes doğru itikada sahip olur, Ehl-i sünnet itikadında olurdu. İşte demek yanlış anlaşılabiliyor ki ve herkes farklı anladığı ve farklı tercüme ettiği içindir ki, 72 sapık fırka meydana çıkmıştır. Hâlbuki 72 sapık fırkanın liderleri, âlim olmalarına rağmen, yanlış anlayıp sapıtınca, bizlerin ne hâle düşeceğimiz ortadır.