Kur’an’ın gaybdan haber vermesi ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır.
Evet, Kur’an-ı Kerim, Hz. Âdem’in zamanından, ta saadet asrına kadar, peygamberlerin mühim hallerini, ehemmiyetli vukuatlarını, kavimleriyle olan mücadelelerini ve Nuh kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi gibi kavimlerin hikâyelerini öyle bir tarzda beyan ediyor ki, tahrif edilmelerine rağmen Tevrat ve İncil gibi kitaplarda o meseleler aynı şekilde zikir ediliyor.
İşte Tevrat ve İncil ile birlikte Kur’an’dan önceki diğer kitaplar, Kur’an’da geçen bu haberleri ve kıssaları doğrulamak ile Kur’an’ı tasdik ediyorlar. Adeta lisan-ı halleriyle “Bizi kim göndermiş ise, Kur’an’ı da o göndermiştir, çünkü haberlerimiz birbirine benziyor” diyorlar.
Kur’an, geçmiş kitapların ittifak ettikleri noktalarda aynen onların verdiği haberleri verdiği gibi, o kitapların ihtilaf ettiği noktalarda ise, yanlışlarını düzelterek aralarında hakem oluyor, doğrusunu söylüyor.
Kur’an’ın geçmişteki vukuatlara ve hallere dair verdiği haberler akıl ile keşfedilebilecek ve bilinecek işlerden değildir. Belki bu haberler işitmeye ve okumaya bağlı olarak nakildir. Nakil ise okuma-yazma bilen insanların işidir. Hâlbuki Hz. Muhammed (S.a.v.) dost ve düşmanın ittifakıyla okuma yazma bilmezdi. Ve kimseden Tevrat’ı, İncil’i ve diğer semavî kitapları ders almamıştı.
O halde Kur’an’ın geçmişten haber vermesi hakkında, iki hükümden birisini kabul etmek lazım gelir:
1- Ya bu Kur’an, geçmişi bilen ve onu yaratan Allah’ın sözüdür.
2- Ya da bir beşer, zamanları ve mekânları geçerek, tâ mazinin en karanlık noktalarına ulaşmış, geçmişi görmüş, oralarda gezmiş ve gelmiş bize haber vermiş.
İkinci şık, ittifakla imkânsızdır. O halde geriye 1. şıkkı kabul etmekten başka bir çare kalmaz ki, o da Kur’an’ın Allah’ın sözü ve kelamı olduğu hükmüdür.
Eğer bu ihtimal kabul edilmezse, Kur’an’ın geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin hallerini ve hikâyelerini beyanı, ne ile izah edilebilir?
gerçekten müthiş