El- Celil
El-Celil, El-Kebir ve El-Azim isimleri büyüklük ve yüceliği ifade eden isimlerdir. İmam Gazali hazretlerinin beyanına göre, el-Kebir ismi, Allah’ın zatının kemaline; el-Celil ismi sıfatlarının kemaline; el-Azim ismi ise her ikisinin de kemaline işaret eder.
Bizler bu videoda el-Celil ismini işleyeceğimizden Allah-u Teâla’nın sıfatlarının kemalinden bahsedeceğiz. Sıfatlarının kemali demek, sıfatlarının nihayetsizliği demektir. Yani ilminin, kudretinin, iradesinin, hâkimiyetinin ve diğer bütün sıfatlarının sonsuz olması ve bir sınırının olmamasıdır.
İnsan aklının idrakte zorlandığı el-Celil ismini bir parça anlayabilmek için, şimdi yapacağımız imanî derse ihtiyacımız var:
Şu kaideyi ezberlemeye çalışalım: Bir şey zâtî olsa, onun zıttı ona ârız olamaz. Çünkü iki zıttın cemi olur. Bu ise imkânsızdır. Bu kaideyi anladığımızda el-Celil isminin mahiyetini bir parça anlamış olacağız.
Kaidemizin izahına geçmeden önce şu iki kelimenin manasını öğrenelim:
Zâtî: Kendisi ile var olup sonradan takılmayan, zatına ait olan demektir.
Ârız ise: Sonradan takılan, sonradan olan şey demektir.
Şu âlemdeki hiçbir mahlûkun, hiçbir sıfatı zâtî değildir. Yani zatına ait olmayıp, hepsi Cenab-ı Hakk’ın ihsanıdır ve bir hediyesidir. Zâtî (yani zatıyla kaim olan) sıfatlar, ancak Allah’a mahsustur. Zira kâinat sonradan yaratılmış ve içindeki mahlûkat da sonradan icad edilmiştir. Kendisi ezeli olamayanın, sıfatları elbette ezeli ve zâtî olamaz. Lakin biz burada, mezkûr kaidenin anlaşılabilmesi için bazı şeyleri zâtî kabul edeceğiz. Her ne kadar o sıfatlar sonradan yaratılmışsa da, yaratıldığı anda o eşyaya takıldığı için bir derece zâtî kabul edilebilir.
Mesela: Güneşin ışığı bir derece zâtîdir. Yaratılması ile beraber ışığa sahip olmuştur. Bu sebepten, ışığın zıttı olan karanlık ona ârız olamaz; yani karanlık güneşe yaklaşamaz. Çünkü “Bir şey zâtî olduğunda, zıddının ona ârız olamaması” bir kaidedir. Fakat lambanın ışığı zâtî olmayıp ârızî olduğundan, yani sonradan o cam parçasına takıldığından ve onun zâtî malı olmadığından dolayı, ışığın zıttı olan karanlık lambaya ârız olabiliyor.
Şimdi kaidemizi bir daha hatırlayalım: Bir şey zâtî olsa, onun zıttı ona ârız olamaz. Çünkü iki zıttın cem’i olur. Bu ise imkânsızdır.
Dilerseniz başka bir misal verelim: Güneşin harareti bir derece zâtîdir. Güneş, icadıyla birlikte bu sıfata sahip olmuştur. Bu sebepten, sıcağın zıttı olan soğukluk güneşe yaklaşamıyor ve yanaşamıyor. Çünkü bir şey zâtî olduğunda zıddı ona ârız olamaz. Sobanın hararetine gelince, onun sıcaklığı zâtî değildir; yani soba, “sıcak olma” sıfatına, içinde bir madde yakılmasıyla sonradan sahip olmuştur. İşte bu sebepten dolayı, sıcaklığın zıttı olan soğukluk sobaya ârız olabiliyor. Odunu biten soba, bir müddet sonra soğuyor. Kaidemiz neydi? Bir şey zâtî olsa, zıttı ona ârız olamaz. Çünkü iki zıttın cem olması imkânsızdır.
Şimdi de başka bir misal verelim: Altın ve elmas gibi maddelerin parlaklığı bir derece zâtî olduğundan, solma ve kararma onlara ârız olamıyor. Zira bir şey zâtî olduğunda, onun zıddı ona ârız olamaz. Cilalanmış bir eşyanın parlaklığı ise, ârızî (yani sonradan) olduğundan, solmaya ve kararmaya mahkûmdur. Parlaklığın zıttı olan matlık, o eşyaya yaklaşır ve onu soldurur. Demek, bir şey zâtî olduğunda, zıttı ona ârız olamıyor. Çünkü iki zıttın cem olması imkânsızdır.
Başka bir misal: Dünyamızın hareket etmesi ve kendi etrafında dönmesi bir derece zâtî olduğundan, hareketin zıttı olan sükûnet ve yerinde durmak, dünyamıza ârız olamıyor. Dünyamız devamlı dönüyor. Fakat bir topacın ya da bisiklet tekerinin hareketi ârızî olduğundan, yani “dönmek” onların zâti bir sıfatı olmadığından dolayı, hareketsizlik onlara ârız olabiliyor.
Bu örneklerden anladık ki, bir şey zâtî olursa, onun zıttı ona ârız olamıyor.
Şimdi gelelim Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarına… İlk önce kudret sıfatına bakalım:
Cenab-ı Hakk’ın kudret ve kuvveti zâtîdir, kendindendir. Yani varlığı ile daimdir. Başkasından alınmış veya sonradan kazanılmış değildir. Allah ezeli olduğu gibi sıfatları da ezelidir. Madem kudret sıfatı, Allah’ın zâtî bir sıfatıdır; o halde zıttı olan acizlik Allah’a ârız olamaz. Ve madem acizlik Allah’a ârız olamaz, o halde Allah’ın kudretinde mertebeler olmaz ve bulunmaz. Ve madem kudretinde mertebeler olmaz ve bulunmaz, o halde, eğer hikmeti müsaade ederse, her an binlerce kâinatı yaratabilir. Güneşin ışık verme fiilinde, bir damla ile deryanın veya bir çiçek ile yıldızların farkı olmadığı gibi, Allah’ın kudretine nispeten de az, çok, büyük, küçük birdir. İcatta ve tasarrufta, zerreler yıldızlara eşittir. Bir sineğe hayat vermek ile bütün ölüleri diriltmek aynıdır. Bir çiçeği yarattığı gibi aynı kolaylıkla baharı yaratır. Cenneti dahi aynı kolaylıkla icad eder.
Bir şey zâtî olduğunda, zıttı ona ârız olamaz kaidesini Cenab-ı Hakk’ın diğer sıfatlarına uyguladığımızda şu neticeleri de çıkarabiliriz.:
Hayat, Allah’ın zâtî bir sıfatıdır. Bu sebepten bu sıfatın zıttı olan ölüm, Allah’a yanaşamıyor ve Allah ebedi oluyor.
Görmek, Allah’ın zâtî bir sıfatıdır. Bu sebepten bu sıfatın zıttı olan görmemek, Allah’a ârız olamıyor ve Allah her şeyi aynı anda müşahede ediyor, hiçbir şey nazarından saklanamıyor.
İşitmek, Allah’ın zâtî bir sıfatıdır. Bu sebepten bu sıfatın zıttı olan işitmemek, Allah’a ârız olamıyor ve Allah bütün sesleri, hatta kalbin geçirdiklerini dahi aynı anda işitiyor.
Allah’ın güzelliği zâtîdir. Elbette güzelliğin zıttı olan çirkinlik Allah’a ârız olamaz.
Allah’ın ilim sıfatı zâtîdir. Elbette bu sıfatın zıttı olan cehalet, yani “bilmemek” Allah’a ârız olamaz. Ârız olamazsa, şu gibi neticeler çıkar: Allah denizlerin binlerce metre derinliğindeki bir balığın yüzmesini bilir. Gecenin karanlığında adım atan bir karıncayı bilir. Hiçbir yaprak onun bilgisi olmadan düşemez. Allah bütün kalplerden geçenleri bilir… Bütün bunlar, ilim sıfatının Allah’ın zâtî bir sıfatı olmasının neticesidir. Zira bunlardan birini bilmemek, cahilliktir. Hâlbuki ilim sıfatı zâtî olduğundan, zıttı olan cehalet ona ârız olamıyor. Olamayınca da Allah her şeyi biliyor.
Cenab-ı Hakk’ın diğer sıfatlarına da bu kaideyle bakılabilir.
İşte el-Celil demek, bütün sıfatları nihayetsiz kemalde olan, yani sıfatlarında bir sınır olmayan zat demektir.
Şu âlemde Allah’ın sıfatlarının büyüklüğünü ve kemalini gösteren her varlık, el-Celil ismine aynadır. Mesela Samanyolu Galaksimizde her biri Güneş büyüklüğünde 300 milyar yıldız vardır. Bilim adamları 300 milyar ile 500 milyar arasında büyük galaksinin varlığından bahsetmektedir. Bir de bunların yanında Cüce galaksiler vardır. Cüce galaksiler birkaç milyar yıldız içeren galaksilerdir. Bilim adamları 7 trilyon cüce galaksinin olduğunu söylemektedirler. Ve sonra da şöyle demektedirler: Belki de biz şu kâinatın milyonda birini keşfettik…
İşte bu galaksilerde Allah’ın kudretinin, hâkimiyetinin, ilminin ve diğer sıfatlarının büyüklüğü ve nihayetsizliği gözükmekte, bu cihetle bu galaksiler el-Celil ismine ayna olmaktadırlar.
Galaksilerde ve yıldızlarda tecelli eden el-Celil ismi, dağlarda, denizlerde ve büyüklük sahibi diğer mahlûklarda da tecelli etmektedir.
Yine Bediüzzaman hazretleri bu isim hakkında “İsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder buyurmaktadır.
Yani bir çiçeğe baktığımızda ondaki güzelliğe, ince sanata, renklerindeki ahenge hayran kalırız. Bu güzellik Allah’ın Cemîl isminin bir tecellisidir. Bütün çiçeklere ve onların nevlerine külli bir nazar ile bakabilsek artık, bu hayranlığımız hayrete dönüşür. Bu kadar çiçeği ayrı ayrı süslemek, aralarında hoş bir ahenk kurmak azim bir tasarruftur. Hem bir çiçeği yaratmak için tüm kâinata sahip olmak lazımdır. İşte bu harika icraat, sıfatları nihayetsiz kemalde olan Celîl isminin bir tecellisidir.
Aslında her varlık, Allah’ın isim ve sıfatlarının kemaline işaret etmekte ve bu işaretin cirmi nispetinde el-Celil ismine ayna olmaktadırlar.
Burada kula düşen vazife şudur: Önce Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmek; sonra bu isim ve sıfatları varlıklar üzerinde görebilmek; ve daha sonra da bu isim ve sıfatların kemalini ve nihayetsizliğini düşünerek Cenab-ı Hakk’ı el-Celil ismiyle yad etmektir.
Cenab-ı Hak cümlemize bu vazifeyi yapabilmeyi nasip etsin. Amin