Cüz’i ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelan Maturidi’ce bir emri itibaridir, abde verilebilir. Fakat Eşari ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiştir.
Cüz’i ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelan Maturidi’ce bir emri itibaridir, abde verilebilir. Fakat Eşari ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiştir. Fakat o meyelandaki tasarruf Eşari’ce bir emri itibaridir. Öyle ise o meyelan ve o tasarruf bir emri nisbidir. Muhakkak bir vücud-u haricisi yoktur. Emr-i itibari ise illet tamme istemez ki, illet-i tammenin vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı refetsin. Belki o emr-i itibarinin illeti, bir rüchaniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibari onsuz sübut bulabilir. Öyle ise onu terk edebilir. Kuran ona o anda diyebilir ki: “Şu şerdir, yapma. ” (26. Söz)
KELİMELER: CÜZ’İ İHTİYARİ: insana verilen serbest hareket edebilme kabiliyeti, Allah tarafından insana verilen irade ÜSSÜL ESAS: hakiki sağlam temel MEYELAN: bir tarafa yönelmek EMRİ İTİBARİ: hakikatte vücudu olmadığı halde varlığı kabul edilen şey ABD: kul MEVCUD: var olan TASARRUF: kullanma hakkı, idare etmek EMRİ NİSBİ: var olmak için bir sebebe ihtiyacı olmayan ve harici vücudu olmayan şey VÜCUDU HARİCİ: maddi varlık, cismani eşya İLLET-İ TAMME: herhangi bir şeyin var olması için gerekli olan sebepler ki, bu sebepler var olduğunda muhakkak o eşya vücuda gelir VÜCUB: gerekli, lazım olmak REFETMEK: kaldırmak RÜCHANİYET: üstün oluş SÜBUT BULMAK: var olmak
Metnimizin izahına başlamadan önce, cüz’i ihtiyarinin anlaşılmasındaki önemi kavramalıyız. Malumdur ki bütün fiiller Cenab-ı Hakk’ın yaratması ile meydana gelir. Bizi konuşturan, yürüten, güldüren ve diğer bütün fiillerimizi yaratan Allah’ın kudretidir. Bununla birlikte insan da ihtiyarî fiillerinden sorumludur. İnsanın fiillerinden sorumlu olabilmesi için ise insana ait de bir şeylerin bulunması gerekmektedir. Eğer fiillerimiz bizim müdahalemiz olmadan yaratılıyorsa onlardan sorumlu olmamız mümkün değildir. Eğer o fiilleri biz yaratıyorsak, o zaman da her şeyi Allah’ın yarattığı hakikatini nasıl izah edeceğiz. İşte son derece ince olan bu meselenin anlaşılması cüz’i iradenin keşfiyle mümkündür. Cüz’i iradenin mahiyeti keşfedildiğinde anlaşılacaktır ki, fiillerimizi ne biz yaratıyoruz, ne de Allah onları bize zorla yaptırıyor. Şimdi metindeki cümleleri teker teker anlamaya çalışarak cüz’i ihtiyariyi keşfedelim:
Cüz’i ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelan Maturidi’ce bir emri itibaridir:
Emr-i itibari için şöyle bir tarif yapılabilir: Vücud-u nefsü-l emriyesi bulunan hakaik-i nefsü-l emriyedendir. Biraz daha açarsak: Alt, üst, sağ, sol, büyük, küçük, uzak, yakın, az, çok hep bu gruba girer. Bunların hariçte vücutları bulunmamakla birlikte, yoklukları da iddia edilemez. Mesela, bizim sağ ve sol ayaklarımızı yaratan Allah’tır. Ayaklar mahlûk (Allah’ın yaratığı) olmakla beraber, sağ ve sol kavramları mahluk olmayıp emr-i itibaridir. Vücudu olmamakla birlikte, yokluğu da inkâr edilemez.
Aynı şekilde oğlumuzu yaratan Allah’tır. Biz de, oğlumuz da Allah’ın bir mahlûku olmakla beraber, babalık ve oğulluk kavramları birer emr-i itibaridir, mahlûk değildir. Çünkü bu kavramların harici bir vücudu yoktur.
Ayrıca, gelmek, yüzmek, konuşmak gibi bütün mastarlar emr-i itibaridir. Çünkü bunların da harici vücutları yoktur. Mahlûk olan, hâsıl-ı bil masdardır. Mesela, “Yazı yazmak” masdardır ve emr-i itibaridir. Hariçte vücudu yoktur. Yazılan yazı ise hâsıl-ı bil mastardır ve mahlûktur. Yazının harici bir vücudu vardır ve bu yazı, Allah’ın yaratmasıyla vücud bulmuştur. “Yazmak” ise, Allah’ın mahlûku değildir. Çünkü “yazmak” bir varlık değildir ki mahlûk olabilsin. “Yazmak” vücudu olmayan bir emr-i itibaridir.
Emr-i itibariyi şöyle de izah edebiliriz: “Şey” tabirini hariçte vücudu bulunmayanlar için de kullandığımızda eşyayı üçe ayırabiliriz:
1- Hariçte vücudu var olanlar
2- Hariçte vücudu yok olanlar
3- Var ve yok arasında olanlar. Yani ne hariçte var olduğuna, ne de yokluğuna hüküm edilemeyen şeylerdir. İşte bu gruba girenlere emr-i itibari, emr-i nisbi veya emr-i izafi denilir.
İşte arzu, talep, kesb ve meyelan denilen cüz’i irade, İmam Maturidi’ye göre bir emr-i itibaridir. Hariçte vücudu yoktur. Allah’ın mahlûku değildir ve Allah onu yaratmamıştır. Zira, eğer cüz’i iradeyi de Allah’ın yarattığı kabul edilirse, o zaman insanın fiillerindeki sorumluluğu nasıl olacaktır?
Mesela, cüz’i irademiz ile içki içtiğimizi düşünelim. Biz içmek istedik, irademizi o yönde kullandık, Allah-u Teâlâ da küllî iradesiyle bizim içki içmemize müsaade edip, kudretiyle bu fiili yarattı. İçme fiilimizi Allah yarattığı gibi, eğer bizdeki içki içme meylini de Allah yaratmış olursa, o zaman biz ne ile mesul olacağız? İşte bu sebepten dolayı İmam Maturidi hazretleri, cüz’i iradeye “emr-i itibari” diyerek, onu kula vermiştir. Onun (cüz’i iradenin) sahibi kuldur. Evet, her şeyi Allah yaratmıştır; ama cüz-i irade “şey” değildir. Çünkü Arap lügatında “şey”, mevcut ve var olan eşyadır. Cüz’i iradenin ise vücudu yoktur ki ona “şey” denilebilsin. Bu yüzden kula vermek mümkündür.
İsterseniz bu meseleyi daha fazla izah etmeden önce, cüz’i iradeyi biraz daha anlayalım:
Kelam âlimleri, insanın bir işe başlamasından önce kendisinde mevcud olan iradesine “Külli irade”, bu iradenin herhangi bir zamanda belli bir fiile taalluk etmesine, yani yönelmesine de “Cüz’i irade” demişlerdir. Buradaki “Külli irade”yi, Allah’ın bir sıfatı olan irade-i külliye ile karıştırmamak gerekir. Cüz’i tabirindeki “cüz’i” kelimesi de, “muayyen” ve “belirli” manasına gelmektedir. Yoksa “az” manasında değildir. Yani bir insanın, kendi iradesini, okumak, yazmak, yürümek gibi fiillerden herhangi birinde kullanabilme durumunda olmasına “Külli irade” denilmektedir. Bu işlerden birini yapmaya karar verdiğinde, artık iradesi cüz’ileşmiş ve belli bir işe yönelmiştir.
Maturidi itikadında, insanın küllî iradesi mahlûktur. Allah tarafından yaratılmıştır ve bir vücudu haricisi vardır. Fakat cüz’i irade, mahlûk olmayıp; bir emr-i itibaridir. Eğer onun da Allah tarafından yaratıldığı iddia edilirse, ortada imtihana sebep olacak ve insanı mesul kılacak bir şey kalmaz. Ve insanın bütün fiilleri ızdırarî (zorla yapılmış) olur. Daha önce beyan ettiğimiz gibi, her şeyi yaratan Allah’tır; ama cüz’i irade “şey” değil, bir emr-i itibaridir. Bu sebeple kula verilebilir. Bununla kul, yaptığından mesul olur.
Fakat Eşari ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiştir. Fakat o meyelandaki tasarruf Eşari’ce bir emri itibaridir.
İmam Eşari ise, cüz’i iradeye mevcud nazarıyla bakmıştır. O’na göre, nasıl ki insandaki küllî irade Allah tarafından yaratılmıştır, aynen onun gibi cüz’i irade de Allah tarafından yaratılmıştır. Emr-i itibari değildir. Bu görüşün sahipleri, insanın kudretine tesir vermek yerine, bu kudretin yalnız tesire kabiliyeti olduğunu kabul ederler. İnsanın sadece “Kudretim yetse de bu işi yapsam” gibi bir arzu beslediğini ve bu arzu üzerine Allah’ın o işi insanın kudretinin hiç bir tesiri olmaksızın yarattığını kabul ederler. Bu âlimlere göre insanı mesul kılan şey, bu arzudur.
Halbuki Maturidiler, insanın kudretinin ihtiyarî fiillerde tesiri olduğunu ve bir ihtiyarî fiilin ancak bu iki kudretin, yani Allah’ın ve insanın kudretinin bir araya gelmesiyle ortaya çıktığına inanmaktadırlar.
Cüz’i irade için Eşariler: “İnsanın bir işi yapıp yapmama yollarından birine meyli ve iştiyakıdır (arzusudur)” derken, Maturidiler:“İnsandaki külli iradenin, bir işi yapıp yapmama yollarından birine taallukudur” derler. Eşariler “meyil ve iştiyak” tabirlerini; Maturidiler ise “taalluk” tabirini kullanırlar.
Merhum Elmalı Hamdi de cüz’i iradenin mahlûk olmadığını, eğer mahlûk (Allah tarafından yaratılmış) olsaydı insanın fiillerinde mesul olacak bir durumun söz konusu olamayacağını ve neticede, fiillerini ızdırari (mecburen) olarak yapan insana cennet vaadinin veya cehennem tehdidinin manasız olacağını izah ederek şöyle demiştir: “Talep (cüz’i irade) bir mevcud değil, mevcutlar (varlıklar) mabeyninde (arasında) bir nisbetten ve bir izafetten ibarettir. İrade-i külliye denilen kuvve-i iradiye (irade kuvveti) mahlûktur( yaratılmıştır). Fakat irade-i cüz’iye ve talep ve ihtiyarla kesb dediğimiz karar verme gayr-i mahlûktur (yaratılmamıştır) ve bizim bir nisbetimizdir.”
Eşarilerin büyük imamlarından olan Kadı Ebubekir Bakıllani ve Üstad Ebu İshak İsferani, bu konuda İmam Eşari’den ayrılmakta ve Maturidilerin görüşünü kabullenmektedirler. Ebubekir Bakıllani, insan kudretinin fiilin vasfına; ilahi kudretin ise fiilin aslına taalluk ettiğini ifade etmektedir. Buna göre, mesela yazı yazma fiilini yaratan Allah’tır. Fakat yazının faydalı veya zararlı olma vasfını seçen insanın kudretidir. Yine konuşmayı yaratan Allah’tır. Ama bu konuşmanın vasfını seçen insandır. İnsan gıybeti seçmişse Allah onu yaratır, Kuran tilavetini seçmişse Allah onu yaratır. Buradaki mesuliyet insanındır. Zira vasfı belirleyen ve bu vasıfların birine karar veren odur.
Ebu İshak İsferani ise, hem insanın kudretinin hem de ilahi kudretin fiilin aslına taalluk ettiğini kabul etmiştir. Ebu İshak İsferani hazretlerine göre, insanın kudretinin tesiri fiili yaratmaya kâfi gelmediğinden, o fiil Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle vücut bulmaktadır.
Buraya kadar olan izahtan anlaşıldı ki: İ. Maturidi’ye göre cüz’i ihtiyari, İ. Eşari’ye göre ise o cüz’i ihtiyarındaki tasarruf bir emr-i itibaridir. Emr-i itibari ise illet-i tamme (varlığa çıkmak için bir sebep) istemez. Çünkü hariçte vücudu yoktur. Harici vücudu olmayanın da illet-i tammeye ihtiyacı yoktur.
Mesela, yangının illet-i tammesi yanacak madde, yakacak madde ve havadır. Bu üçü bir araya gelince yangının olmaması mümkün değildir. Böyle bir durumda ateş mesul olmaz. Çünkü onun artık “yakmamak” gibi bir seçeneği yoktur. Eğer cüz’i ihtiyari, yangın gibi illet-i tamme isteseydi ve o illet-i tamme geldiğinde karar verme yetkisi yok olup, netice kendiliğinden meydana gelseydi insanın suçu olmazdı. Ama cüz’i ihtiyari bir emr-i nisbidir. Emr-i nisbinin illet-i tammesi ise sadece rüchaniyettir, yani bir tarafı seçmektir.
Mesela, arkadaşınıza bir tokat atmak fiilinde siz, tokat ve arkadaşınız mahlûktur ve Allah tarafından yaratılmıştır. Lakin “tokat atmak” mahlûk olmayıp, bir emr-i itibaridir. O tokadı atmaya karar verdiğinizde, yani “tokat atmak” rüchaniyet kesb ettiğinde fiil meydana gelir. Bu fiil eğer şer ve günah ise, Kuran o kişinin kulağına o anda der ki: “Yapma!”
Emr-i itibari olan bu meyil, illet-i tamme istemediği için dilerse o fiilinden vazgeçebilir. Eğer illet-i tamme isteseydi, iradesi elinden alınmış ve o fiili mecburen yapıyor olurdu. Yangının, illet-i tamme hazır olduğunda yanmamak seçeneği olmadığı gibi…
Demek kişi, rüchaniyet kesbeden fiilinden vazgeçebilir. Eğer vazgeçmezse fiilinde mesul olur. Zira bu fiili zorla yapmamış ve kendi iradesiyle seçmiştir ki, bu meyil ve arzu ona aittir. Neticede, cehennemi hak eden de insanın ta kendisi olur.