Zekat

Biriktirdikleriyle azap olunanlar

Asrımızın insanı ne kadar da gariptir; Müslüman olduğunu ve İslam dinini kabul ettiğini söyler; ama İslam’ın şartlarından olan namazı kılmaz, zekâtı vermez, hacca gitmez, hatta bir kısmı orucu bile tutmaz. Sadece ilk şart olan kelime-i şehadeti getirir…

Maalesef günümüzün Müslümanı zekâtı terk etmiş ve fakirlerin hakkını gasp etmiştir. İşlemiş olduğu bu günahın büyüklüğünden ve cezasından da gafildir. Bu cevabımızda zekât vermemenin ne kadar büyük bir günah olduğunu ve ahiretteki şiddetli cezasını beyan edeceğiz. Belki zekât vermeyenlerin tövbe etmesine ve zekâtlarını vermelerine vesile olur ve bununla da Rabbimizin rızasını tahsil ederiz.

Zekatı verilmeyen malların azabı tadılacak.

Tevbe suresi 34. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya; işte onları pek acıklı bir azapla müjdele! O gün Cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır ve bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. Ve onlara şöyle denilir: İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir. Tadın bakalım biriktirmiş olduğunuzu.”

Ayet-i kerimede “biriktirmek” olarak mana verdiğimiz “kenz” kelimesi hakkında, Hz. Ömer: “Bu, zekâtı verilmeyen maldır.” der. İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer, Hz. Cabir ve Ebu Hüreyre hazretleri de aynı görüşü nakletmişlerdir. Diğer bütün âlimler de “kenz” kelimesinin, zekâtı verilmeyen mal olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Buna göre ayetin manası şöyle olmaktadır: Altın ve gümüşü biriktirip de onların zekâtını vermeyenler var ya; işte onları pek acıklı bir azapla müjdele! O gün Cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır ve bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. Ve onlara şöyle denilir: İşte bu, kendiniz için biriktirip zekâtını vermediğiniz maldır. Tadın bakalım şimdi zekâtını vermediğiniz malın cezasını.

Denilmiştir ki: “Kim bir şeyi sever ve onu Allah’a itaatten öne alırsa onunla azap olunur.” İşte zekât vermeyen bu kişiler de, topladıkları malların sevgisini, Allah’ın sevgisine tercih ettikleri için bu şekilde azap edileceklerdir. Malı sevip Allah’ı terk ettikleri için, azapları da mal ile olacaktır. Cehennem ateşinde kızdırılan altın ve gümüşle vücutları dağlanacaktır.

Ebu Hüreyre hazretlerinden nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Altın ve gümüşü bulunup da onun zekâtını vermeyen kimse için kıyamet gününde ateşten levhalar hazırlanır ve zekâtını vermedikleri o altınla gümüş, üzerinde kızartılıp onun yanı, alnı ve arkası dağlanır. Bu levhalar soğudukça, miktarı elli bin sene olan bir günde tekrar kızdırılarak iade edilir. Kullar arasındaki mahkeme bitinceye dek bu böyle devam eder. Sonra ya Cennet’e gider, ya da Cehennem’e.” (Müslim, Zekât, 24, (987); Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/262)

Şimdi, ey zekâtını vermeyen kişi! Ayet-i kerimeyi ve hadis-i şerifi gördün. Acaba Allah’ın bu azabı seni hiç korkutmuyor mu? Ya da bu azaba dayanabilecek bir gücün mü var? Cehennem ateşinde eritilen altın ve gümüşle vücudun dağlandığı gün hâlin nasıl olacak?

Hem ayet ve hadisin beyanından anlamıyor musun ki, zekâtı vermemek Allah katında ne büyük bir günahtır ve Allah’ın gazabını celbeden ne büyük bir isyandır! Gel, çok geç olmadan bu günahından tövbe et ve Allah’ın sana verdiği malın zekâtını severek ver. Yoksa ahiretteki pişmanlığın o kadar büyük olur ki, hayal dahi bunun tasavvurundan aciz kalır!

Hem şunu da bil ki: Malı kazanmak güçtür; fakat kazandıktan sonra koruması daha da güçtür. Bu sebeple gafil insan, ömrü boyunca bir taraftan mal kazanmak, diğer taraftan da onu korumaya çalışmak arasında kalır ve ezilir.

Hem insan, malının ancak cüzi bir kısmından faydalanabilir. Sonunda ise pişmanlık içinde, ölümüyle onu terk etmeğe mecbur kalır. Bu ise apaçık bir ziyandır.

İşte bu sebeplerden dolayı, gel, mal sevgisini gönlünden çıkar; onun yerine gönlüne Allah’ın sevgisini koy!

Hz. Ali’den şöyle nakledilmiştir: “Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları pek acıklı bir azapla müjdele…” ayet-i kerimesi indiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.) üç defa: “Altın helak olsun, gümüş helak olsun.” (Ahmed, Müsned, 5/366) buyurdu. Bu, Sahabe-i Kirama ağır geldi ve onlar: “Hangi malı edinelim?” diye konuştular. Hz. Ömer: “Ben bunu sizin için öğreneceğim.” deyip: “Ey Allah’ın elçisi, muhakkak senin ashabına bu ağır geldi de hangi malı edinelim diye soruyorlar.” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve dini üzere sizden birine yardım eden bir eş.” (İbn Mâce, Nikah, 27; Tirmîzî, Tefsir, 9/9)

İşte hakiki mal budur: Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve Allah yolunda yardım eden bir eş…

Ey altın ve gümüşe gönlünü bağlayıp zekâtını dahi vermeyen biçare! Hakiki maldan ne kadar da gafilsin. Kabir yolunda sana refakat etmeyecek mala gönlünü bağlamış, eksilecek korkusuyla zekâtını dahi veremiyorsun. Bil ki hakiki mal, sana kabirde ve ahiret yolcuğunda arkadaşlık edendir. Diğeri ise, oyun ve eğlencedir. Sen oyun ve eğlenceye dalmış, ölümü ve ahireti unutmuşsun. Zannediyorsun ki, vermediğin zekâtın hesabı sana sorulmayacak. Bu zannının ne kadar yanlış olduğunu ölüm seni yakaladığında anlayacaksın. Aklın varsa gel, şimdi tövbe et ve geciktirdiğin zekâtları vererek Rabbinden af dile…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu