Bu Lem’a’ya bir derece his ve zevk karışmış. His ve zevkin coşkunlukları ise aklın düsturlarını, fikrin mizanlarını çok dinlemediklerinden ve müraat etmediklerinden bu Üçüncü Lem’a mantık mizanları ile tartılmamalı.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
âyetinin mealini ifade eden يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى ۞ يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى iki cümlesi mühim iki hakikati ifade ediyorlar. Ondandır ki Nakşîlerin rüesasından bir kısım, bu iki cümle ile kendilerine bir hatme-i mahsus yapıp muhtasar bir hatme-i Nakşiye hükmünde tutuyorlar. Madem o azîm âyetin mealini bu iki cümle ifade ediyor. Biz bu iki cümlenin ifade ettiği iki hakikat-i mühimmenin birkaç nüktesini beyan edeceğiz.
Birinci Nükte
Birinci defa يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivadan tecrit ediyor, kesiyor. Şöyle ki:
İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla mevcudatın hemen ekserisiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet dercedilmiştir. Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor. O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir.
Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemal-i bâkiye mâlik bir zata tevcih etmek için verilmiş. O insan sû-i istimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor; kusurun cezasını, firakın azabıyla çekiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat’-ı alâka etmek, o mahbublar onu terk etmeden evvel o onları terk etmek cihetiyle Mahbub-u Bâki’ye hasr-ı muhabbeti ifade eden يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى olan birinci cümlesi: “Bâki-i Hakiki yalnız sensin. Mâsiva fânidir. Fâni olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz.” manasını ifade ediyor. “Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben onları يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى demekle bırakıyorum. Yalnız sen bâkisin ve senin ibkan ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyle ise senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller.” demektir.
İşte bu halette kalp, hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse mahbubları adedince manevî cerihalar oluyor.
İkinci cümle olan يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى o hadsiz cerihalara hem merhem hem tiryak oluyor. Yani يَا بَاقٖى “Madem sen bâkisin, yeter; her şeye bedelsin. Madem sen varsın, her şey var.” Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâki-i Hakiki’nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işaratı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir; belki cilve-i esma-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.