İtikada Dair Muhtelif

Allah-u Teâlâ (hâşâ) kaldıramayacağı bir taşı yaratabilir mi?

Kâfirler Müslüman’ı ezmek için mezkûr soruyu sormakta ve maalesef bizim avam Müslüman’ımız da cevap vermek yerine sükût etmektedir. Çünkü “Yaratabilir.” dese, Allah (hâşâ) o taşı kaldıramayacağından dolayı Allah’a âcizlik isnat etmiş olur. Eğer “Yaratamaz.” dese, (hâşâ) bu sefer de yokluktan var edemediği için yine âcizlik isnat etmiş olur. Yani iki arada bir derede kalır…

Bizler, böyle bir sorunun sorulamayacağını ispat ederek kâfiri ilzam edeceğiz.

Evet, böyle bire soru sorulamaz. Çünkü:

1- Soru sahibi bariz bir mugalatayı sergilemektedir. Şöyle ki:
Soru sahibi, vücudu muhal olan mevhum şerikin şu anda yokluğunu kabul edip, onu yaratmayı Allah’ın kudretinden talep etmekle Allah’ın Hâlık olduğunu kabul ediyor. Mevhum şerikin ise mahluk olduğunu bir ön yargı ile kabul ediyor ve daha sonra, o mevhum varlığın Allah’tan üstün olabileceğine ihtimal vererek bariz bir mugalatayı sergiliyor. İlim ise mugalata ile meşgul olmaz.

2- Soru sahibi, hakikatlerin zıtlarına inkılâbını temenni ediyor.

Zira sorusuyla Allah’ın mutlak Kadir, mahlukatın ise mutlak âciz olduğunu kabul ettiği hâlde; Allah’ın âciz, mahlukatın ise kadir olmasını talep ediyor. Bu ise hakikatlerin zıtlarına inkılâbını istemektir ki, bu da muhaldir.

Mesela bir aslan, aslanlık sıfatlarını terk edip bir ceylana inkılâp edemez. Bir elma ağacı, kendi vasıflarını bırakıp bir armut ağacına dönüşemez. Ya da bir insan, insanlık tabiatını muhafaza edip bir hayvana dönüşemez. Çünkü hakikatlerin zıtlarına inkılâbı muhaldir (imkânsızdır). Soru sahibi ise bu muhali istemekte ve cehaletini ortaya koymaktadır.

3- Soru sahibi, imkân-ı vehmi ile imkân-ı akliyi karıştırmaktadır.

İmkân-ı aklinin, olmak veya olmamak gibi bir ihtimali varsa da imkân-ı vehminin ihtimali birdir; o da olmamaktır. İlim ise imkânı vehmi ile uğraşmaz.

Mesela şu anda Karadeniz’in sularının çekilmesi imkân-ı aklidir. Bu, aklen mümkündür. Bu cümle hakkında “Olabilir.” veya “Olmayabilir.” gibi fikirler yürütülebilir. Çünkü imkân-i aklinin “olmak” ya da “olmamak” gibi iki ihtimali vardır. Fakat bir kitabın kâtipsiz, bir iğnenin ustasız, bir nakışın nakkaşsız olabileceği ihtimali imkân-ı akli değil; imkân-ı vehmidir. Bu, aklın değil; vehmin ihtimalidir. İmkân-ı vehmin ise tek ihtimali vardır; o da olmamaktır.

İşte sorudaki taşın vücudu da imkân-ı vehmidir. Tek bir ihtimali vardır; o da olmamaktır.

4- Soru sahibi, vücud mertebelerinden habersizdir. Vücud mertebelerini birbirine karıştırmaktadır.

Vücud mertebeleri üçtür: Vacibü-l vücud, mümkün-ül vücud ve mümteni-i vücud.

Mesela bir heykel düşünsek… Heykelin bir heykeltıraşının olması vaciptir. Heykeltıraş olmadan heykel olamaz. Heykelin kendisinin olması ise mümkündür. Olabilir veya olmayabilir. Varlığı ve yokluğu ortada… Heykelin bir ustasının olmaması ise mümtenidir. Demek heykelin vücudu Mümkün-ül vücud, ustasının vücudu Vacibü-l vücud, heykelin ustasız olması ise mümtenidir.

İşte soru sahibi, vücud mertebesi olarak mümteni derecesinde olan taşın vücudunu mümkün-ül vücud gibi tasavvur ederek yanılmış ve cevap liyakatini kaybetmiştir.

5- Soru sahibi sonsuzluk kavramının cahilidir.

Soru sahibi sonsuzluk kavramının cahili olduğundan, sonsuzluğa son vermek ve sonluyu sonsuz yapmak istiyor.

Allah, isim ve sıfatları cihetiyle sonsuzdur. Yani, Allah’ın kudretine nispeten bir çiçeği yaratmak ile bir baharı yaratmak birdir. Kudretinde nihayet ve sınır yoktur. Soru sahibi ise bu nihayetsiz kudrete ve diğer sıfatlara bir nihayet vermek, bütün sıfatları sınırlı olan mahlukata ise sonsuzluk vermek istemektedir.

Sonsuz olan sonlu olmayacağı gibi, sonlu dahi sonsuz olamaz. Demek ki böyle bir soru sorulamaz.

6- Soru sahibi, kemalin kaynağından habersizdir.

Bilindiği gibi eserdeki kemalât, sanatkârının kemalinin in’ikası (aksi) ve cemalinin (güzelliğinin) işaretidir. Aynı zamanda ustanın yaptığı bir esere, kendi kemalinden fazla bir kemal vermesi düşünülemez.

Bir âlimin, yazdığı kitaba kendi ilminden fazla bir ilim dercetmesi; bir mimarın, kendi maharetini aşan bir eser yapması; Güneş’in, kendi ziyasından fazla bir ışığı bir damlaya vermesi muhaldir. Soru sahibi ise bu muhali arzu etmektedir.

2 Yorum

  1. Sorunun cevabı kısaca “aklen muhal/sorulamaz” iken maksat bunu acizlik gibi göstermek.
    Bu şuna benzer: “bana saymasayılarından daha büyük bir sayı söyle, söyleyemezsen sayı saymaktan acizsin!”
    Halbuki sayma sayılatı 1 den +sonsuza gider ki sonsuzun bi fazlası, katı, eksiği olmaz.

  2. İşin asıl ilginç yanı, soruyu soran inkarcı şahıs cevap ne olursa olsun -magâlata ile de olsa- acziyet atfetmek adına Allah’ı a.c yaratıcı olarak kabul etmiş oluyor. Hakikatin bir cüzünü inkar adına umumunu kabul ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu