Şefaat

21. Bölüm: 11. Soru-Cevap

Sevgili kardeşlerim, şefaati inkar edenlerin sözde delillerine cevap vermeye devam ediyoruz. Cevap vereceğimiz On Birinci Delilleri şöyle:

– Onlar diyorlar ki: Şefaat vardır, ancak şefaat cehennemden kurtarmak değildir. Şefaat, cennete gitmiş insanların cennetteki derecelerinin katlanmasıdır. Bunun delili de şudur: Şefaat kelimesi, “çift” manasındaki  شفْع kelimesinden türemiştir. Hatta Fecr suresi 3. ayetteki  وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ  “Çifte ve teke yemin olsun.” ayetindeki  شفْع de “çift” manasındadır. İşte bu kökten türeyen “şefaat” kelimesi, cennet ehlinin derecesinin çift olması yani katlanması manasına gelir.  

İşte onlar böyle diyorlar: Şefaat, çift manasındaki  شفْع kelimesinden türemiş, manası da cennette kişinin derecesinin çift yapılması yani katlanmasıymış. Şefaatin, cehennemden kurtarmakla hiçbir ilgisi yokmuş…

Bu söz, Mutezileye aittir. Onların bu sözlerine cevap vermeden önce; Mutezile şefaati niçin cennette derecelerin katlanması olarak kabul ediyor, bunun sebebini izah edelim. Meseleyi izah ettiğimizde, bu sözün nereden çıktığını çok iyi anlayacaksınız. Şimdi biraz itikat dersi yapalım:

Bizler Ehl-i sünnetiz. Bizim itikadımıza göre, büyük günah işleyen küfre girmez ve kafir olmaz. Şia’nın itikatta mezhebi olan Mutezileye göre ise, büyük günah işleyen kafir olur.  Yani Mutezileye göre içki içen, kumar oynayan, zina yapan ve diğer büyük günahları işleyenler, tevhidi kalbiyle tasdik ve diliyle ikrar etse de kafirdir ve ahirette kafirler gibi ebedi cehennemde kalacaktır.

Mutezilenin büyük günah işleyeni kafir görmesinden dolayı halletmesi gereken bazı meseleleri vardır. Bunlardan biri de şefaattir. Şefaat o kadar çok delille sabittir ki, inkarı mümkün değildir. Ancak Kur’an’ın anlattığı şefaati Mutezilenin kabul etmesi de mümkün değildir. Çünkü şefaat, büyük günahları sebebiyle cehenneme gidecek ya da gitmiş kulların affı için Allah’a dua etmektir. Mutezile bu şefaati kabul edemez. Çünkü Mutezile büyük günah işleyeni kafir görmektedir. Kafir için de cehennemden çıkış yoktur.

Eğer Mutezile cehennemden çıkartılma manasındaki şefaati kabul etse, o zaman ona şöyle denilir:

 Hani büyük günah işleyen kafirdi. Kafir cehennemden çıkamaz ve ona şefaat edilemezdi. Eğer büyük günah sahibine şefaat edilebiliyorsa ve cehennemden çıkıyorsa, büyük günah işleyen kafir olamaz.

İşte Mutezileye böyle denilir. Bu durumda, Mutezile şefaati kabul edemiyor, çünkü “büyük günah işleyene kafir” diyor. Kafirler hakkında şefaat mümkün değildir. Ama şefaati inkar da edemiyor; çünkü Kur’an’da ve hadiste onlarca delili var.

Mutezile bu iki cihetten sıkışmış iken, kendilerine şöyle bir çıkış yolu buluyorlar ve diyorlar ki: Şefaat haktır. Ancak şefaat cehennemden çıkartılmak değil; cennetteki derecenin katlanmasıdır.

Böyle dediklerinde, hem büyük günah sahiplerinin kafir olduğu itikadında devam edebiliyorlar hem de şefaatle ilgili ayetleri yalandan da olsa izah ediyorlar.

Biz Ehl-i sünnet ise diyoruz ki: Hayır, büyük günah işleyen kafir değil, fasıktır. Ve şefaat büyük günah sahipleri içindir. Biz onlar gibi meseleyi dolandırmak zorunda değiliz. Çünkü onların büyük günah işleyenlere kafir demesi, şefaati böyle izah etmelerine zorluyor. Bizim ise böyle batıl bir itikadımız yok…

Buraya kadar anlattığımız anlaşıldıysa, şimdi başa dönelim:

Mutezile, şefaatin, cennetteki derecelerin katlanması manasında olduğuna inanmak zorunda kalınca delil aramaya başladı. Ancak işleri kolay değildi. Çünkü ne Kur’an’da, ne de hadislerde şefaate böyle bir mana verilmemiştir. Davalarını ispatta son derece aciz kalan Mutezile sonunda dedi ki, şefaat kelimesinin kökü “çift” manasındaki  شفْع kelimesidir. İşte bu kökten türeyen “şefaat” kelimesi, cennet ehlinin derecesinin çift olması, yani katlanması manasına gelir.

Gördünüz mü iş nerden nereye geldi?.. Mutezile şefaatin manasını araştırıp bu neticeye ulaşmadı. Önce günah işleyen Müslümanı kafir kabul etti. Sonra bu itikadın bir neticesi olarak, günah işleyen Müslümanlara şefaat edilemeyeceğini kabul etti. Sonra da “O zaman biz şefaati cennet ehli hakkında düşünelim.” diyerek şefaate bil-mecburiye bu yanlış manayı yükledi. Buldukları delil de kelimenin kökünün “çift” manasında olmasıymış… Biz şimdi Mutezilenin bu sözüne cevap verelim:

Şefaat, kelime manası olarak biri ikilemek, iki yapmak demektir. Ancak bu, sevabı ikiye katlamak manasında biri iki yapmak değildir. Çünkü Bakara 261’de Allah Teala, biri yedi yüz yapacağını haber vermiş. Yine Bakara 245’te, iyiliği çok katlara katlayacağını bildirmiş. En az katlama olarak da bire on vereceğini En’am 160’ta bildirmiş.

Yani Rabbimizin katlaması, bire iki değildir. Bire on, bire yedi yüz ve bire yüz binlerdir. O halde şefaat, cennete girenin makamının ikiye katlanması olamaz.

Peki, o zaman mana ne olabilir?.. Mana şudur:

 Şefaat, günahı sebebiyle sanki tek kalan bir kimsenin yanına bir başkasının gitmesi ve onun için bağışlanma talebiyle yanında durmasıyla onu iki yapmasıdır. Bu yüzden bu işe şefaat ismi verilmiştir.

Bu manayı, İmamların Güneşi lakaplı Fahreddin-i Razi Hazretleri şöyle izah eder:

“Şefaat, bir kimsenin bir başkasından bir şey istemesi ve ondan ihtiyacını gidermesini talep etmesidir. Kelimenin aslı, ‘tek’in zıddı olan ‘çift’ manasındaki  شفْع kelimesinden gelir. Buna göre, sanki ihtiyaç sahibi tek idi de şefaatçi onun yanında onun çifti oldu demektir.” 

Gördüğünüz gibi, şefaat kelimesinin kökünün “çift” manasında olması, cennetteki derecenin katlanacağı manasında değildir; ihtiyaç sahibi olarak tek idi de şefaatçi onun yanında onun çifti oldu manasındadır. Fahreddin-i Razi Hazretleri, şefaatin cennetteki derecelerin katlanması manasında olamayacağına şöyle akli bir de delil getirmiştir.

Üstad der ki: Cenab-ı Hak Kur’an’da bir çok ayette kullarını ahiret günüyle tehdit etmiş ve “İznim müstesna, şefaatin olmadığı günden korkun.” buyurmuştur. Eğer şefaat cennetteki derecenin katlanması olarak kabul edilirse, bu tehdidin bir manası kalmaz.

Yani şöyle bir tehdit olur mu: Cennetteki derecelerin sadece benim iznimle katlanacağı günden korkun… Böyle bir tehdit olamaz. Zira bu tehdit karşısında kişi der ki: Ya cennete girsem yeter, derecem de katlanmayıversin… Kişi böyle düşünür, bu durumda da tehdidin bir manası olmaz. Tehdit ancak cehennemle olur.

Eğer şefaati cennetteki derecelerin katlanması olarak kabul edersek, Allah’ın bu tehditlerini izah edemeyiz. Bu tehditlerden anlamalıyız ki, Rabbimiz bizi cehennemle tehdit ediyor. Ve diyor ki, hiç kimseye sizi cehennemden kurtaracak diye güvenmeyin; çünkü şefaat ancak iznime ve rızama bağlıdır. İzinim olmadan kimse kimseyi cehennemimden çıkaramaz…

İşte tehdit böyle olur. Tehdidin böyle olmasından dolayı da şefaat cennetteki derecelerin artırılması olamaz. Herhalde Razi Hazretlerini bu izahı, Mutezilenin sözünün ne kadar çürük olduğu hususunda kafidir. Şimdi, şefaatin cennetteki derecelerin katlanması olamayacağı hususunda başka bir delil sunalım:

Eserimizin başında şefaatin hak olduğuna dair dokuz ayet-i kerime zikrettik. Şefaatle ilgili daha başka ayetler de var. Bizler sözü uzatmamak için dokuzuyla yetinmiştik. Makam münasebetiyle iki ayeti daha burada zikredecek ve şefaatin cennette derecelerin artırılması olamayacağını ispat edeceğiz.

İbrahim suresi 36. Ayette, Hz. İbrahim putlara işaret ederek şöyle der:

فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي  Kim bana tabi olursa o bendendir.  وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ  Her kim de bana isyan ederse, şüphesiz sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.

Hz. İbrahim, “Her kim de bana isyan ederse, şüphesiz sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. “ diyerek, isyan eden bir kısım insanlar için şefaat talebinde bulunmuştur. Bu şefaatin kafirler hakkında olması mümkün değildir. Zira kafirler için af dilenemez. Bu şefaatin itaatkar Müslümanlar hakkında olması da mümkün değildir. Çünkü onlar isyan etmemiştir ve onlara zaten azap yoktur. O halde geriye tek bir zümre kalıyor ki, o da büyük günah sahibi Müslümanlardır.

Hz. İbrahim, Kim bana isyan ederse… diyerek, büyük günah sahiplerini kastetmiş ve daha sonra da “Şüphesiz sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.” diyerek Allah’tan, onlara affı ve merhametiyle muamele etmesini istemiştir. Demek şefaat, büyük günah sahipleri için olup cennetteki derecenin katlanması değildir. Zira şefaat cennetteki derecelerin katlanması olsaydı, Hz. İbrahim’in bu şekilde duası anlamsız olurdu…

Aynı manayı ifade edeceğimiz İkinci Delilimiz de şudur:  Maide suresi 118. ayette Hz. İsa şöyle der:

إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ  Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِ  Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz ki Aziz ve Hakîm olan sensin.

Bu ayetin delil ciheti şudur. Hz. İsa, “Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz ki Aziz ve Hakîm olan sensin.” diyerek, bir kısım insanlar için şefaat talebinde bulunmuştur. Bu şefaatin kafirler hakkında olması mümkün değildir. Zira kafirlere şefaat yoktur. Bu şefaatin itaatkar Müslümanlar hakkında olması da mümkün değildir. Çünkü onlara zaten azap yoktur ve onlar ehli cennettir. O halde geriye tek bir zümre kalıyor ki, o da büyük günah sahibi Müslümanlardır.

Şefaat günahkar Müslümanlar için olunca da şefaatin manasının, cehennemden kurtulmak olması gerekir. Zira şefaat cennetteki derecelerin katlanması olsaydı Hz. İsa bu şekilde af dilemezdi.

Şimdi de başka bir cihetten meselemize bakalım; Mutezile dedi ki:

Şefaat kelimesinin kökü “çift” manasındadır. Bu da cennetteki derecenin katlanması anlamına gelir…

Ehl-i sünnet alimleri ise buna cevaben dedi ki: Evet, şefaat kelimesinin kökü çift manasındadır; ancak bu çift, sanki ihtiyaç sahibi tek idi de şefaatçi onun yanında onun çifti oldu manasındadır. Yoksa bu kelime asla cennetteki derecelerin katlanması manasında değildir.

İşte Mutezile böyle diyor, Ehl-i sünnet de böyle diyor. Hangisinin doğru olduğuna kanaat getiremiyorsanız, şefaatin geçtiği bir ayet üzerinde iki manayı da düşünelim. Hangisi uyarsa o manayı kabul edelim… Nisa suresi 85. ayette şöyle buyrulmuştur:

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا

Ayetin manası şudur: Kim güzel bir şefaat ederse, onun için ondan bir nasip vardır. Kim de kötü bir şefaat ederse onun için de ondan bir pay vardır.

Şimdi bu ayet üzerinde biraz düşünelim: Acaba, “Kim bir kimseye iyiliği ikiye katlarsa” mı daha uygun bir mana; yoksa “Kim bir kimsenin iyilik yapmasına yardım edip onun yanında durursa” mı daha güzel bir mana?

Yine, “Kim bir kimseye kötülüğü ikiye katlarsa” mı daha uygun bir mana, yoksa “Kim bir kimsenin kötülük yapmasına yardım edip onun yanında durursa” mı daha güzel bir mana?

Elbette yanında durup iyiliğine veya kötülüğüne yardım etmesi daha uygun ve güzel olan manadır. Bu da ispat eder ki, şefaatin kökündeki “çift” manası; yanında durmak, o birken onu iki yapmak manasındaki çifttir. Yoksa Cennetteki makamın çiftlenmesi değildir.

Bütün bu izahlardan sonra, şimdi Mutezile’ye bir teklifimiz var:

Ey Mutezile mensupları ve ey Mutezileyi satmaya çalışan taklitçileri! Siz dediniz ki, şefaat cennetteki derecelerin katlanmasıdır. Delil olarak da şefaat kelimesinin kökünün “çift” manasında olduğunu ileri sürdünüz. Her nasılsa “çift”manasından böyle bir neticeye ulaştınız. Biz de size cevabımızı verdik… Eğer siz bir şey yapabilirseniz, bizler verdiğimiz cevabı bir kenara bırakıp sizin sözünüzü kabul edeceğiz. Yapmanızı istediğimiz çok basit bir şey var… Bize Kur’an’dan veya hadisten, şefaatin cennetteki derecelerin katlanması olduğuna dair sadece bir delil getirin. Yani “Şefaat, cennetteki derecelerin katlanmasıdır.” manasında bir ayet veya hadis gösterin.

Şefaat kelimesi Kur’an’da otuz bir defa geçiyor. İşte ayetler ortada, hepsini inceleyin ve tek bir ayeti sözünüze delil yapın… Ve hadisler de ortada, hepsini inceleyin, bize sadece bir hadis gösterin… Bunu yapabilir misiniz? Hayır yapamazsınız!

Yapamayacağınızı nereden mi biliyoruz? Çünkü biz bütün bu ayet ve hadisleri inceledik, elhamdülillah hepsini biliyoruz; biliyoruz ve diyoruz ki: Ne ayetlerde ne de hadislerde şefaatin cennetteki derecelerin artması olduğuna dair en küçük bir beyan yoktur. Hükmünüz batıldır, yanlıştır ve vehminizin ürünüdür!..

Sevgili kardeşlerim, derslerimizi sunarken, “Sözün güzeli, kısa olanıdır.” düsturuyla hareket etmeye ve meseleyi en kısa şekilde sunmaya çalışıyoruz. Ancak bazen bu konuda olduğu gibi, ihtiyaca binaen konu uzayabiliyor. Kısa kesersek, cevabın bir yanı zayıf kalacak; uzatsak okunması zor olacak. Malum asrın insanı aceleci, her şey hemen olsun istiyor…

Biz, “Keselim kısa mı olsun; yoksa uzatalım yerinde mi olsun.” diye düşünürken, “Uzatalım yerinde olsun, herkes sabretmese de ehli ilmin hoşuna gider, bu ders de onlar için olsun.” dedik ve bu sebeple de biraz uzattık. Anlatmaya çalıştığımız mesele zor bir mesele. Bu zor meseleyi bir defa okumakla anlayamamış ya da ben anlatamamış olabilirim. Konuyu bir daha dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum…

Bu dersimizi burada noktalayalım ve şimdi şefaati inkar edenlerin On İkinci Delillerini tahlil edelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu