On Beşinci SözYirmi Altıncı Mektup

Ey şeytan! Bîtarafane muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir.

On Beşinci Söz’ün Zeyli

Hüccetü’l-Kur’an Ale’ş-şeytan ve Hizbihi

İblisi ilzam, şeytanı ifham (إفحام), ehl-i tuğyanı iskât eden Birinci Mebhas; bîtarafane muhakeme içinde şeytanın müthiş bir desisesini kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemaat’ta yazmıştım. Şöyle ki:

Bu risalenin telifinden on bir sene evvel ramazan-ı şerifte İstanbul’da Bayezid Cami-i Şerifi’nde hâfızları dinliyordum. Birden şahsını görmedim fakat manevî bir ses işittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim.

Baktım ki bana der:

Sen Kur’an’ı pek âlî, çok parlak görüyorsun. Bîtarafane muhakeme et, öyle bak. Yani bir beşer kelâmı farz et, bak. Acaba o meziyetleri, o ziynetleri görecek misin?

Hakikaten ben de ona aldandım. Beşer kelâmı farz edip öyle baktım. Gördüm ki nasıl Bayezid’in elektrik düğmesi çevrilip söndürülünce ortalık karanlığa düşer. Öyle de o farz ile Kur’an’ın parlak ışıkları gizlenmeye başladı. O vakit anladım ki benim ile konuşan şeytandır. Beni vartaya yuvarlandırıyor. Kur’an’dan istimdad ettim. Birden bir nur kalbime geldi. Müdafaaya kat’î bir kuvvet verdi. O vakit şöylece şeytana karşı münazara başladı.

Dedim:

Ey şeytan! Bîtarafane muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Halbuki hem senin hem insandaki senin şakirdlerin, dediğiniz bîtarafane muhakeme ise taraf-ı muhalifi iltizamdır, bîtaraflık değildir. Muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’an’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafane değildir, belki bâtıla tarafgirliktir.

Şeytan dedi ki:

Öyle ise ne Allah’ın kelâmı ne de beşerin kelâmı deme. Ortada farz et, bak.

Ben dedim:

O da olamaz. Çünkü münâzaun fîh bir mal bulunsa eğer iki müddeî birbirine yakın ise ve kurbiyet-i mekân varsa; o vakit o mal, ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak. Hangisi ispat etse o alır. Eğer o iki müddeî birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağribde ise o vakit kaideten sahibü’l-yed kim ise onun elinde bırakılacaktır. Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.

İşte Kur’an kıymettar bir maldır. Beşer kelâmı Cenab-ı Hakk’ın kelâmından ne kadar uzaksa o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. İşte, serâdan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünkü vücud ve adem gibi ve nakîzeyn gibi iki zıttırlar. Ortası olamaz.

Öyle ise Kur’an için sahibü’l-yed, taraf-ı İlahîdir. Öyle ise onun elinde kabul edilip öylece delail-i ispata bakılacak. Eğer öteki taraf onun kelâmullah olduğuna dair bütün bürhanları birer birer çürütse elini ona uzatabilir. Yoksa uzatamaz. Heyhat! Binler berahin-i kat’iyenin mıhlarıyla arş-ı a’zama çakılan bu muazzam pırlantayı hangi el bütün o mıhları söküp o direkleri kesip onu düşürebilir?

İşte ey şeytan! Senin rağmına ehl-i hak ve insaf bu suretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ en küçük bir delilde dahi Kur’an’a karşı imanlarını ziyadeleştirirler.

Senin ve şakirdlerinin gösterdiği yol ise: Bir kere beşer kelâmı farz edilse yani arşa bağlanan o muazzam pırlanta yere atılsa; bütün mıhların kuvvetinde ve çok bürhanların metanetinde bir tek bürhan lâzım ki onu yerden kaldırıp arş-ı manevîye çaksın. Tâ küfrün zulümatından kurtulup imanın envarına erişsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için senin desisen ile şu zamanda, bîtarafane muhakeme sureti altında çokları imanlarını kaybediyorlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu