Şefaat

36. Bölüm: Abdülaziz Bayındır’a cevap

Abdülaziz Bayındır’ın tahlilini yapacağımız İkinci sözü şu:

Abdülaziz Bayındır: Büyük günah işlemeyenin şefaate ihtiyacı olur mu? O zaman “Şefaat ya Resulullah!” diyenler ne demek istiyorlar? “Biz Cehennem’e girelim de sen bizi kurtar.” demek istiyorlar. Girme kardeşim ne işin var? Ama “Şefaat Ya Resulullah!” diyenlerin Cehennem’den kurtulacağını da hiç zannetmiyorum. Çünkü onlar hâşâ Cenab-ı Hakk’ı ikinci plana atıyorlar.

Abdülaziz Bayındır’ın mantığını gördünüz, ona göre şefaat istemek, cehenneme girmeyi istemekmiş. Şefaat isteyenler, “Biz cehenneme girelim, sen de bizi kurtar.” demek istiyorlarmış.

O halde biz şimdi Bayındır’a soruyoruz:

– Eğer şefaat istemek cehenneme girmeyi istemekse; “Ey Rabbimiz bizi affet.” diyerek af istemek de günah işlemeyi istemektir. Çünkü af, günahtan sonradır. Senin mantığına göre, günah işlemeyenin af dilemeye ihtiyacı olmaması lazım. Birisi af diliyorsa, aslında günah işlemeyi diliyordur.

Hatta sana göre, Allah’ın Kur’an’da af dilememizi emretmesi de yanlış olmalıdır. Zira affı, günah işleyen diler.

Öyle ya, şefaat istemek, şefaat cehennem ehline olacağı için cehenneme girmeyi istemekse; af dilemek de af günah sahiplerine olacağı için günah işlemeyi istemektir. Hatta Allah’ın “Af dileyin.” emri de affı büyük günah sahipleri dileyeceği için büyük günah işleyin manasındadır.

Ey Abdülaziz Bayındır, senin mantığın böyle mi çalışıyor? “Şefaat istemek, cehenneme girmeyi istemektir.” sözündeki mantıksızlığı gördün mü? Ve bu mantıkla yola çıktığında neleri kabul etmek zorunda olduğunu anladın mı?

Şimdi olaya başka bir cihetten bakalım.

Peygamberler ve bazı özel kullar hariç, kim günahtan masum olmuştur? Hiç günah işlemeyen kim vardır ki, af ve şefaat dilemeye muhtaç olmasın? Hatta insanın muhtaç olmadığını zannetmesi dahi başlı başına bir kusurdur. Çünkü bunda kişinin kendi ameline güvenmesi vardır. Amele güvenmek ucubtur ve ucub manevi bir hastalıktır.  Bu sırdandır ki, Rabbimiz Kur’an-ı Hakim’inde şöyle buyurmuştur:

فَلاَ تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ  Nefislerinizi tezkiye etmeyin! Yani temize çıkarmayın, “Ben günahsızım, masumum, hiç günah işlemedim, hatam kusurum yok.” demeyin. هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى  Çünkü Allah takva sahibini en iyi bilendir.

Kur’an böyle derken, biz nasıl olur da kendimizi tezkiye eder ve kendimizi günahsız biliriz. Kur’an onlarca ayetiyle bizi af dilemeye, tövbe etmeye davet ederken, biz nasıl olur da kendimizi masum bilir ve af dilemekten yüzümüzü çeviririz. Nasıl olur da şefaate nail olma arzusunu, cehenneme girmeyi istemek kabul ederiz.

Ey Bayındır, senin hiç mi insafın yok? Sen nasıl olur da bir Müslümanın gönlündeki Peygamber’in şefaatine nail olma arzusunu, cehenneme gitmeyi istemekle izah edersin. O zaman sana soruyorum:

İmam Tirmizi’nin, İbni Mace’nin, Ahmed İbn. Hanbel’in naklettiği hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

شَفَاعَتِى لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِى  Benim şefaatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir. (Tirmizi, Kıyame:11; İbni Mâce, Zühd:26; Ahmed İ. Hanbel, 3/113)

 Şimdi Peygamberimiz sana göre, büyük günah işlememizi ve cehenneme girmemizi mi nasihat ediyor?

Yine Peygamberimiz (asm) شَفَاعَتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَقٌّ  Kıyamet günündeki şefaatim haktır.  (El-Mutteki, Kenzül Umman: 14/399)derken, “Büyük günah işleyin ve cehenneme girin.” mi demek istiyor?

Yine İmam Tirmizi Hazretlerinin Sünen’inde naklettiği ve hasen kabul ettiği hadis-i şerifte, Enes b. Malik Hazretleri şöyle der: “Ey Allah’ın Resulü, bana kıyamet gününde şefaat eder misin?” Bunun üzerine Peygamberimiz (asm) şöyle der: “Allah izin verirse ederim.”  Sana göre Hz. Enes, cehenneme girmeyi mi istedi? Peygamberimiz de ona: “Çalışır cehenneme girebilirsen sana şefaat ederim.” mi demek istedi?

Ey Bayındır, kadar saçmaladığının farkına vardın mı? Ha şunu biliyorum, sen isteyerek ve bilerek yanlışı böyle ısrarla savunduğun için, zaten ben bu sözleri senin için de söylemiyorum. Ben seni takip eden ve hâlâ kalbi ve aklı ölmemiş olanlara konuşuyorum. Onları senin şerrinden kurtarmak için çalışıyorum. Sonra ahirette bizim yakamıza yapışıp, “Niçin bize anlatmadınız?” demesinler, bizi Rabbimize şikayet etmesinler. Yoksa ben de biliyorum ki, hidayet ve tevfik Allah’tandır. O dilemeden biz kimseye sözümüzü kabul ettiremeyiz. Ancak O dilerse ve hikmeti iktiza ederse sözlerimiz insanlar tarafından kabul görür.

Kaldı ki kabul görmesi ve beğenilmesi Vallahi bizim için hiç önemli de değildir. Bütün dünya reddetse, beğenmese bizi üzmez. Çünkü biz bu yola kendimizi beğendirmek ve sözümüzü kabul ettirmek için çıkmadık ki, buna üzülelim. Biz bu yola, kendimizi Allah’a affettirmek ve Onun rızasına ulaşmak için çıktık. O halde Allah kabul etse ve O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Mesele, Allah’ın kabul etmesi ve bizlerden  razı olması.

Kardeşlerim, şefaat isimli eserimizin sonuna geldik. Otuz altı derstir sizinle konuşuyorum. Önce şefaati Kur’an’ın ayetleriyle, sonra hadis-i şeriflerle ispat ettik. Sonra da şefaati inkar edenlerin sözlerine cevap verdik. Eserimizin son kısmında da sakınmanız gereken kişileri ifşa edip onların şefaat hakkındaki sözlerini tahlil ettik. Bu kişiler Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır ve Bayraktar Bayraklı’dır. Daha başka kişiler de vardır. Ancak bunlar bu zümrenin reisidir.

Bu eserdeki son sözlerimiz şunlar olsun:

Ya Rab, bizleri Ehl-i sünnet itikadı üzerine yaşat, Ehl-i sünnet itikadı üzerine öldür ve bu itikat üzere dirilt. Bizleri Ehl-i sünnet alimlerinin yolundan ayırma. Bizleri Ehl-i sünnet itikadının muhafızları eyle! Bu eseri, fakirin ve bu eserde emeği geçenlerin günahlarına keffaret eyle! Bizi kendine kul, Habibine ümmet eyle! Ve bizi Habibin ve sevgilin olan Hz. Muhammed (asm)’ın şefaatine nail eyle. Amin, amin, amin…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu