Allah'ın Arş'a İstivası

Kur’an’daki mecaz ve teşbihlerin hikmeti nedir?

“Allah’ın Arş’a istivası” isimli eserimizin 4. dersindeyiz. Bu dersimizde, Kur’an’da mecaz ve teşbih konusunu işliyeceğiz. Bir kelime, kendi manasında kullanılırsa “hakikat” olur. Eğer asıl manasından başka bir manada kullanılır ve kendi manasında kullanılmasına engel bir hal bulunursa “mecaz” olur. Mesela, “bülbül” kelimesini kuş için kullandığımızda, “hakikat” olur; güzel sesli birisi hakkında kullandığımızda, “mecaz” olur.

Teşbih ise, aralarında maddi veya manevi bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetme sanatıdır.

Kur’an’da mecaz ve teşbih vardır. İbni Teymiye ve avanesi, mecazı ve teşbihi inkar ettikleri için, ayetlerin zahirini hakikat zannetmişler. Bu sebeple de, bir temsil olan “Rahman Arş’a oturdu.” ayetini, gerçek kabul edip, Allah’ın arşta oturduğu fikrini kabullenmişler.

Bizler bu dersimizde, Kur’an’da mecaz ve teşbihin niçin olması gerektiğini anlatıcaz. Bir sonraki dersimizde de, Kur’an’daki mecaz ve teşbihlere örnekler vericez…

Meselemize şu soruyla başlayalım: Kur’an kime inmiştir? Ve Allah Kur’an vasıtasıyla, kiminle konuşmaktadır?

Kur’an insana inmiştir ve Allah’ın muhatabı insandır. Madem Kur’an insana indirildi, o zaman tarz-ı beyanı, insanın anlayabileceği şekilde olmalıdır. Yani hitabı, insanların konuşma tarzına uygun olmalı, ve bu sayede Kur’an’ı okuyan manasını kolayca anlamalıdır…

Malumdur ki: Çocukla konuşan, çocukça konuşur. Çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki, çocuk onu anlayabilsin… Bir doktor size hastalığınızı anlatırken, anlayabileceğiniz şekilde anlatır. Eğer anlatımında sizi esas almayıp, kendi bilgisini esas alsa, ve tıbbi terimlerle konuşsa, siz bundan hiç bir şey anlamazsınız… Yine bir avukata gitseniz, avukat meseleyi size hukuk diliyle anlatmaz, sizin anlayabileceğiniz şekilde anlatır. Bu, her meslek erbabı için geçerlidir.

Zira Konuşmaktan murat, meramımızı karşımızdakine anlatmaktır. Karşımızdakinin fehmini ve anlayışını göz önünde bulundurmadan konuşuyorsak, ve o kişi bizi anlayamıyorsa, bu konuşmanın manası yoktur, ve hikmetsiz bir konuşmadır. Bundan dolayıdır ki, Edipler ve ehl-i belagat, ince hakikatleri tasavvur, dağınık manaları tasvir ve ifade için, temsil ve teşbihlere müracaat ederler.

İşte Allah-u Teala, hikmeti ve merhameti icabı, Kur’an’da insanın anlayabileceği tarzla konuşmuş. Bizlerin ülfeti olan temsil ve teşbihleri kullanmış. Bizler nasıl ki aramızda konuşurken mecaz yapıyor, teşbih yapıyorsak, Allah da bazı yüksek hakikatleri mecaz ve teşbih yoluyla bizlere bildirmiş.

Kur’an, bütün insanlara indirilmiş umumi bir muallim ve mürşittir. Ders halkasında oturan; nev’i beşerdir, insandır. İnsanların ekserisi ise, alim değil avamdır. Mürşidin nazarında, az çoğa tabidir. Yani umumi irşadını, azların hatırı için onların seviyesine göre yapmaz. Zaten avama yapılan konuşmalardan, havas hissesini alır. Eğer avam esas kabul edilmeyip, havasa göre konuşulursa, avam o yüksek konuşmaları anlayamayacağı için, hakikatten mahrum kalır.

İşte Allah, insanların ekserisi, Kur’an’ın irşadından mahrum kalmasın diye, hitabında avamı esas yapıp, onların ülfetinde olan üslup ve teşbihlerle konuşmuştur.

Avam, ülfetlerinde olan ifade ve lafızlardan fikirlerini ayıramadıkları için, çıplak hakikatleri anlayamaz. Ancak o yüksek hakikatler onlara, ülfet ettikleri ifadelerle anlatılmalıdır. Bu ifade şekline “Tenezzülat-ı İlahiye” denir. Tenezzülat-ı ilahiye, Allah’ın beşerin anlayışını göre konuşmasıdır. Bu, insanların zihinlerini hakikatten kaçırmamak için ilahî bir okşamadır.

Kur’an’daki teşbih ve temsiller, hakikate geçebilmek için bir vesiledir. Yoksa o teşbihlerin hakiki manası kastedilmemiştir.

Demek, Müteşabihat denilen Kur’an’ın üslûpları, hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için, insanların gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlüktür.

İbni Teymiye, bu anlattıklarımızı bilmediği için, Kur’an’ın teşbih ve temsillerini hakikat zannetmiş; hem sapmış, hem de binleri saptırmış. Zannına göre demiş ki, Allah mecaz ve teşbihle konuşmaktan münezzehtir. Bilememiş ki, Konuşmada esas olan, muhatabın durumudur; konuşanın durumu değildir. Muhatabın seviyesi neyse, konuşma ona göre yapılır, ve onun anlayış ve fehmi esas alınır. Eğer böyle yapılmazsa, konuşma anlaşılamayacağı için, abes ve boş bir konuşma olur. Allah ise abes iş yapmaktan münezzehtir. Dolayısıyla hikmet-i ilahi, kelamında mecaz ve teşbihlerin bulunmasını iktiza etmiştir.

Bu derste anlatmaya çalıştığımız meseleyi, Üstad Bediüzzaman hazretlerinin eserinden iktibas yapmaya çalıştık. Elbette Üstad hazretlerinin üslubundaki kuvveti muhafaza edemedik. Bu meseleyi, Risale-i Nur külliyatından okumanızı tavsiye ediyoruz.

Kardeşlerim, bu dersimizde, Kur’an’daki teşbih ve temsillerin hikmetini beyan ettik. Bir sonraki dersimizde, Kur’an’daki mecaz ve teşbihlere örnekler göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allaha emanet olun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu