Tevessül

4. Yanımızda olmayan kişiden yardım istemek ve ölüye yapılan istigase

Tevessülü inkar edenlerin dillerine doladıkları bir söz de uzakta olanın veya ölünün, sesi nasıl işiteceği meselesidir. Onlar der ki: “Yetiş falanca.” denilerek yardım dilenilen şahıs, orada hazır değildir. Ya dünyanın başka bir ucundadır ya da ölmüş ve ahiret alemine gitmiştir. Dolayısıyla bu kişinin, kendisini yardıma çağıranın sesini duyması mümkün değildir. Onun sesini duyabileceğini kabul etmek, ona ilahlık sıfatlarını vermekle olur ki, bu daha kötü bir şirktir.

İşte onlar böyle sözler söylerler. Bizler ilk önce, yanımızda olmayan kişiden yardım istemeyi, sonra da ölüye yapılan istigaseyi tahlil edeceğiz:

Tevessülü inkar edenler diyorlar ki: “Dünyanın ta öbür ucunda olan birisi, senin sesini nasıl duyacak?..”

Biz de bu işi zor, hatta imkansız gören kişiye soruyoruz: “Uzakta olanın sesi işitmesi imkansız” diyorsun; peki yanında olan kişinin sesi işitmesi normal mi?.. Yani şunu bir düşün:

Önce bu dil, sadece bir et parçasıdır. Ondan kelimelerin çıkması bir mucize değil midir? Kulak da dil gibi bir et parçasıdır. Ya bu kulağın sesleri işitip, hiçbir sesi başka bir sesle karıştırmaması sıradan bir şey midir? Yani konuşmak ve işitmek, insana ait ve insanın yarattığı fiillerden midir?

Bu fiilleri yaratmak çok kolay olduğu için, bunları insan mı yapmaktadır? Hayır, uzaktakine duyurmak ne kadar zorsa; yakındakine duyurmak da o kadar zordur. Bu zor işin kolayca yapılması, Allah’ın kudretine kolay geldiği içindir.

Eğer Allah’ın kudreti olmasaydı, ne dil konuşurdu ne göz görürdü ne de kulak işitirdi. Bütün bu fiillerin faili Allah’tır. Bu fiilleri yaratmak için, sonsuz bir kudrete ve nihayetsiz bir kuvvete ihtiyaç vardır.

Bu sırdandır ki, Allah Teala, Kur’an-ı Hakim’inde bu fiilleri zikreder ve bu fiillerle kendi kudretini izhar eder.

Demek yakındaki kişiye seslenmemiz ve o kişinin bizi duyması, bunların kolay olduğundan değil;  Allah’ın kudretinin sonsuz olduğundandır.

O halde şimdi soralım: Sesimizi yakınımızdakine işittiren Allah Teala, uzaktakine işittiremez mi? Hatta işittirmiyor mu? Cep telefonuyla, Dünyanın öbür ucundaki kişiyle konuşabiliyoruz. Sesimiz o kısa zaman diliminde dünyanın öbür ucuna ulaşabiliyor. Hatta NASA, uzaya gönderdiği astronotlarla konuşabiliyor. Birinin yerde, diğerinin uzayda olması, konuşmalarına ve birbirlerini duymalarına mani olmuyor.

Bunları gördükten sonra, tevessül eden kişiye, “Sesini uzaktaki kişi nasıl duyabilir?” denilir mi? Onun sesini duyuracak olan Allah’tır.

Herhalde, “Uzaktaki insan sesini nasıl duyabilir?” diyen kimse, olaya kendi kuvveti cihetinden bakıyor. Bu cihetten bakıldığında doğrudur; kişi kendi kuvvetiyle sesini uzak mesafedeki bir kişiye duyuramaz. Ama işe kendi kuvveti cihetiyle bakıldığında, kişi sesini yakınında olana da duyuramaz, hatta kendisi de konuşamaz ve göremez. Kişi, zatındaki kuvvetle bir hiç hükmündedir, elini kıpırdatmaktan acizdir.

Biz: “Tevessül eden zatın sesini uzaktaki kişi duyar.” derken, bu sesi, tevessül eden zatın kendisinin duyurduğunu iddia etmiyoruz. Bizim iddiamız şudur: Allah Teala dilerse, tevessül eden kişinin sesini, tevessül ettiği zata duyurur ve hikmeti müsaade ederse, onu yardımına gönderebilir. Bizim iddiamız bu.

Yoksa siz, Allah bu işi yapamaz mı diyorsunuz? Bu işi akıldan uzak görmenizin sebebi nedir?

Bir de önümüzde örnekleri var. Telefonla bir anda sesimizi Dünyanın öbür ucuna ulaştırabiliyoruz. Hatta bir kamerası varsa, görüntümüzü dahi gösterebiliyoruz. NASA’daysanız, siz yerdeyken uzaydaki kişiyle aynı anda konuşup birbirinizi görebiliyorsunuz.

Belki teknolojinin bu kadar gelişmediği ve örneklerinin göz önünde olmadığı bir asırda yaşasaydık, Hz. Ömer’in şu hadisesini örnek olarak naklederdik:

Hz. Ömer Medine’de hutbe verirken, birden yüzlerce kilometre uzaklıkta, İran’ın Nihavent bölgesinde düşmanla savaşan İslam askerlerini ve askerlerin komutanı olan Sâriya‘yı görmüş; düşmanın arkadan çevirdiğini bildirmek için “Sâriya, dağa dağa.” diye seslenmiştir. Hz. Sâriya o sesi 2.000 km. uzaktan işitmiştir. Bu hadiseyi, İmam Beyhaki, İbni Hacer, İbni Merde ve İbni Kesir Hazretleri eserlerinde nakletmişlerdir.

Bu hadiseyi, “Sesleri uzaktan işitmek mümkündür.” sadedince nakletmeye gerek var mıdır?

Şimdi soruyoruz: Televizyonların naklen yayınla görüntüyle birlikte sesi naklettiği, telefonların aynı işi yaptığı; hatta bilim adamlarının, eşyanın fiziki olarak nakline çalıştığı bir asırda; birisi kalkıp: “İyi de yardım isteyeni, dünyanın öbür ucundan o zat nasıl duyacak.” dese, bu kişiye gülünmez mi?

Kaldı ki, duyurma işi, insana değil, Allah’a ait bir fiildir. Allah da her şeye kadirdir.

Herhalde yaptığımız bu izahla, uzaktakine yapılan seslenmede, uzakta olanın sesi duymasının son derece mümkün olduğu anlaşılmıştır.

Şimdi de ölüye yapılan istigaseden bahsedelim:

NASA çalışanları, dünyanın dışına çıkan bilim adamlarıyla konuşabiliyor, görüşebiliyor; seslerini onlara işittirebiliyorlar. Peki bizler, gayb alemine giden ölmüşlerimize sesimizi neden işittiremeyelim? Kaldı ki bu sesi işittirecek olan da Allah’tır. Allah’ın kudretine bu zor mudur?

Hem “ölü” dediğinizde; yok olmuş, ademe gitmiş, hiç olmuş birini mi anlıyorsunuz?

Ölü, yok olan değil; başka bir aleme göçen kişidir. Ölü, yokluğa giden değil; varlık aleminde vücut bulan kişidir. Ölü, hiçlikte kaybolan değil; berzah aleminde yaşayan kişidir. Onların kendilerine göre bir hayatları vardır. Allah’ın duyurmasıyla bizi duyarlar; eğer Allah halimizi gösterirse, bizi görürler; eğer Allah yardımımıza gönderirse, bize yardım ederler.

Bedir savaşında, Allah Teala Müslümanlara 5.000 melekle yardım etmişti. Melekler nerden geldi, dünyadan mı? Hayır, gayb alemlerinden. Gayb alemlerinden melekleri bu dünyaya, yardımımıza gönderen Rabbimiz, niçin o alemde hayy ve diri olan salih kulların ruhlarını bize yardıma göndermesin ve gönderemesin? Mantığınızın almadığı yer neresi? Bunda hangi gariplik var? Bunu Allah’ın kudretine zor mu görüyorsunuz? Allah’ın hikmetine muhalif mi görüyorsunuz? Bunu inkarınızdaki sebebiniz ne?

Sizler Müslümansınız, öldükten sonra bir hayata inanıyorsunuz; ruhların, gayb alemlerinden bir alem olan berzah aleminde beklediğine imanınız var. Bedenin ölüp, ruhun baki kaldığını ve ölmediğini kabul ediyorsunuz. Bütün bunları kabul ettikten sonra, Allah’ın izni ve iradesiyle, o ruhların temessül ederek yardım edebileceğini niçin inkar ediyorsunuz? Meleklerle yardım oluyor da salih kulların temessül eden ruhlarıyla niçin yardım olmasın? Yine insanların yardımına melekleri göndermek ve meleklerle onlara yardım etmek şirk olmuyor da salih kulların ruhlarını yardıma göndermek ve temessül eden o ruhlarla yardım etmek neden şirk oluyor?..

Biraz insafla düşünseniz, bunun gayet normal ve vaki olduğunu kabul edersiniz.

Sevgili kardeşlerim, altı saati aşkın bir zamandır, tevessül bahsini anlatıyoruz.

Tevessülü, önce Kur’an’ın ayetleriyle, sonra hadis-i şeriflerle, sonra sahabe efendilerimizin uygulamalarıyla ve sonra da alimlerin ittifakı olan icmanın beyanıyla ispat ettik.

Daha sonra da tevessülü kabul etmeyenlerin sözlerine cevap verdik.

Bütün bu izahlarla da tevessülün caiz olduğunu kati bir şekilde ispat ettik.

Ancak şunu da biliyoruz ki, hidayet ve tevfik, bizim elimizde değil; ancak Allah’ın elindedir. Bizler, kimseye hidayet veremez ve kimseye sözümüzü kabul ettiremeyiz. Hidayet vermek sadece Allah’a mahsustur. Sözümüzün tesirini gönüllerde yaratmak da ancak ona hastır. Allah, dilediği kul için, sözümüzün tesirini gönlünde halk eder ve sözümüzü ona kabul ettirir. Hidayetten nasibi olmayansa, ya kaşımıza bakar ya gözümüze, bir kusur bulur ve eski haliyle devam eder.

Başta da demiştik, “Tek gayemiz Rabbimizin rızasıdır, başka hiçbir gayemiz yoktur.” Ne kimseyi kırmak için ne de üzmek için yola çıkmadık. Bu yola, hakkı duyurmak için çıktık.

Bu fakirin son sözleri şudur:

Ey Rabbim! Bu eseri, günahlarıma ve bu işte emeği geçenlerin günahlarına bir kefaret yap. Bu eseri ahirette yüzümüzün akı eyle, Âmin…

Kardeşlerim, başka bir iman dersinde tekrar buluşuncaya kadar hepiniz Allah’a emanet olunuz. Essalamu aleyküm…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu